top of page

Kuduz Efsanesi ÇÖKTÜ !

Güncelleme tarihi: 2 gün önce

Yazıdan SATIR BAŞLARI...


  • Şimdiye dek “kuduz virüsü” izole edilebilmiş değildir, dolayısıyla dFA testi de bir virüs tespit yöntemi sayılamaz.

  • Ölen bir canlının dokuları hızla ayrışmaya ve değişmeye başlayacağından bu ölü dokular üzerinde inceleme yapmak bile aslında test sonuçlarını geçersiz kılmaya yetecektir.

  • Hiçbir şekilde kontrol deneyleri yapılmaz, misal hasta olmayan insanlardan ya da hayvanlardan da sürüntü alınıp sitopatik etki gerçekleşiyor mu gerçekleşmiyor mu diye gözlem yapılmaz. Oysa burada kontrol deneyi kilit aşamadır. KONTROL DENEYİNİN OLMADIĞI YERDE BİLİM YOKTUR.

  • Buradan artık anlıyoruz ki, şimdiye dek “dFA” testi de, “hücre kültürü” de, “biyopsi dokuları üzerinde histolojik inceleme” de, “kuduz”a bir mikroorganizmanın sebep olduğu iddialarının ilk ortaya atıldığı 1800’lerin sonlarına gidersek Louis Pasteur’ün kullandığı yöntemler de, hiçbiri ama hiçbiri bir “KUDUZ VİRÜSÜ"NÜ TESPİT EDİP GÖSTEREBİLMİŞ DEĞİLDİR!

  • Ünlü tarihçi ve Pasteur araştırmacısı Gerald Geison'ın 1978'de kaleme aldığı “Pasteur'ün Kuduz Üzerindeki Çalışmaları: Etik Sorunların Yeniden İncelenmesi” başlıklı makalesi ve “Louis Pasteur'ün Özel Bilimi” adlı kitabında o döneme ilişkin sunulan kayıtlar, bilgiler ve notlar; hem Pasteur’ün “bilim”inin sahteliğini, hem de dönemin gerçek bilim adamları tarafından sahtekârlığının nasıl ortaya konduğunu göstermektedir.

  • İşte bugün, hiçbir zaman varlığı ispatlanmamış bir "virüs" korkusuyla insanlar yok yere kan dolaşımlarına Pasteur'ün formüle ettiği ve sonradan daha fazla toksik malzemeyle geliştirilen kuduz aşılarını almaya devam ediyor! Var olmayan bir "virüs" için hayvanlar aşılanmaya devam ediyor!

  • Çiplemeyi önce hayvanlar için kabul ettiğinizde ne olacağını biliyor musunuz? Benzer bir maddenin ileride bizzat çocuklarımızı hedef alacağını görebilmeniz gerek.

  • Tüm bu kanıtlara rağmen hâlâ "kuduz yayılıyor" diye yaygara koparanlara asla itibar etmeyin.


Makalenin ÖZETİ

Makalenin GENİŞ ÖZETİ


 

Gül TEMEL / 12.12.24


KUDUZ EFSANESİ ÇÖKTÜ !


Tüm modern tıp literatürü “kuduzu”, “en ölümcül zoonozlardan biri” olarak tanımlar ve hayvan tükürüğünde sayısız miktarda yer aldığını iddia ettiği “virüsün” ısırıkla başka bir hayvana ya da insana bulaştığını yine iddia eder. Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (DHSÖ) bu “virüsün” ısırıktan hemen sonra aktif olmadığını, “beyne ulaşmadan önce bir süre giriş noktasında kalacağını” söylüyor ve sonra ekliyor: “Virüs, merkezi sinir sistemine doğru ‘hareket’ edince, omurilikte ve beyinde ölümcül iltihaplanma meydana gelir.” https://woah.org/fileadmin/Home/fr/Animal_Health_in_the_World/docs/pdf/Portail_Rage/QA_Rage_EN.pdf

 

Buna göre semptomların hemen değil, haftaları belki de ayları alan bir zamanda ortaya çıkması beklenir. Fakat buradaki açıklamada büyük bir sorun vardır.

Yine kendi literatürlerinde anlatılır ki, “virüsler” hücre dışında hareketsizdir, vücutta seyahat etmeleri mümkün değildir.

 

Yine başka bir sorun, “virüsün” “kuduz” bir hayvanın tükürüğünde sayısız miktarda yer aldığını iddia etmelerine karşılık, bugün hâlâ, “virüsü” kuduz şüphesi taşıyan hayvanın beyninde aramalarıdır.

Neden tükürük, kan ya da başka birtakım vücut sıvıları örneklerinden virüs izolasyonu yapıl(a)mıyor da bunun yerine hayvanı öldürmek ve beynini incelemek zorunda kalıyorlar?

 

Bugün hayvanlarda "kuduz"u tespit etmek için güncel olarak kullanılan test, şüpheli hayvanın ötenazi edilip, beyninde “kuduz virüsü proteinleri/antijenleri” aranmasına dayanan, CDC’nin “altın standart” olduğunu belirttiği “doğrudan floresan antikor (dFA) testi”dir. https://cdc.gov/rabies/php/laboratories/diagnostic.html?CDC_AAref_Val=https://www.cdc.gov/rabies/diagnosis/direct_fluorescent_antibody.html

 

dFA testi yöntemi şöyle açıklanır: “dFA testi, kuduz virüsüyle enfekte olmuş hayvanların dokularında kuduz virüsü proteinlerinin (antijen) bulunduğu gözlemine dayanmaktadır. …İşaretlenmiş antikor kuduzdan şüphelenilen beyin dokusuyla inkübe edildiğinde, kuduz antijenine bağlanacaktır. Bağlanmamış antikor yıkanabilir ve antijenin bulunduğu alanlar floresan mikroskop kullanılarak floresan-elma-yeşili alanlar olarak görüntülenebilir.”

Oysa bu testin doğru sonuçları vermesi önünde birçok problem yer alır:

 

- “Kuduz antijeni” olarak tahmin edilen proteinlerin doğrudan “virüs”ten geldiğine dair net kanıtlar yoktur,

sadece gözlemci tarafından böyle yorumlanır. “Kuduz antijeni” yani “virüs proteinleri”nin tespiti için önce kesinlikle o “virüsün” izole edilmiş olması gerekir. Ona göre de ancak hayvanın beyninde gözlemlenen antikorların “kuduz virüsü”ne özgü olduğu söylenebilir. Burada hayvanın beyninde gözlemlenen antikorların tek başına spesifik olmadığı yani “kuduz antijenine” karşı üretildiğinin varsayıldığı anlaşılıyor.

Özetle, antikorlar birçok nedenle orada mevcut olabilir, “kuduz antijenine” özgü olduklarını söyleyebilmek için öncesinde “kuduz virüsü”nün izole edilmiş olması mecburidir. Şimdiye dek “kuduz virüsü” izole edilebilmiş değildir, dolayısıyla dFA testi de bir virüs tespit yöntemi sayılamaz.

 

- Test “hayvanın ötenazi edilmesiyle uygulanır” fakat ölü dokular üzerinde inceleme yapmak güvenilir veri elde edilmesini çok büyük oranda zorlaştırır.

Biyolog Harold Hillman “Memeli Sinir Sisteminin Gerçek Hücresel Yapısının Radikal Bir Yeniden Değerlendirmesi” adlı çalışmasında bakın ne diyor: “Bir hayvanı öldürmek onun biyokimyasını büyük ölçüde değiştirir. Örneğin, kanındaki karbondioksit, fosfat, laktat ve potasyum iyon konsantrasyonları yükselirken, oksijen, sodyum iyon, adenozin trifosfat, fosfokreatin konsantrasyonları düşer. Bu değişiklikler doku metabolizmasının çoğunu etkiler.”

"Hücre biyologlarının dokuları in vitro kullanıp kullanmamaları gerektiğini sormak önemlidir."

 

Ölen bir canlının dokuları hızla ayrışmaya ve değişmeye başlayacağından bu ölü dokular üzerinde inceleme yapmak bile aslında test sonuçlarını geçersiz kılmaya yetecektir.

 

- dFA testinin CDC’nin iddia ettiği gibi “yüksek duyarlıklı ve özgül” olmadığını gösteren önemli bir çalışma: “Doğrudan floresan antikor testi (dFA) çok daha hızlı bir sonuç sağlar ancak aynı zamanda düşük duyarlılık dezavantajına sahiptir ve test sonuçlarının öznel yorumlanması nedeniyle özgüllüğü büyük ölçüde değişir.”


 

Başka bir çalışma: “dFA'nın pahalı bir floresan mikroskobu, iyi eğitimli personel ve kalite kontrollü reaktifler (antikorlar, konjugatlar) ve mikroskopi sırasında kullanılan çeşitli parametreler ve inkübasyon süreleri ve sıcaklıkları gibi çeşitli dezavantajları vardır, ayrıca test sonuçlarının yorumlanmasındaki öznellikten bahsetmiyorum bile.”

Yine bu çalışma, sonuçları itibariyle, genel dFA sonuçlarında ve test yorumlamasında önemli farklılıklar olduğunu, "dFA testi için katılımcı olan 23 laboratuvar sonuçları ile CDC paneli arasındaki uyum düzeyinin büyük değişkenlik gösterdiğini" gözler önüne serer.

 

Test sonuçları gözlemcinin yorumuna dayalıdır, yani kesin değildir. “Test sonuçlarının öznel yorumlanması nedeniyle de özgüllüğü büyük ölçüde değişmektedir.” Öyleyse dFA’nın yüksek duyarlılığa ve özgüllüğe sahip olduğu söylenemez, dolayısıyla sonuçlarına güvenilemez.

 

- DSÖ Kuduz Gözetimi ve Araştırması İşbirliği Merkezi “dFA’nın kesin olmayan sonuçlarını doğrulamak için hücre kültürü yoluyla virüs izolasyonu gerekebilir” der.

 

Ne ilginçtir ki CDC, dFA’nın, “hücre kültürü yoluyla virüs izolasyonu”ndan daha güvenilir sonuçlar verdiğini söyler ve onu “altın standart” olarak belirler.

 

Hücre kültüründe gerçekten “virüsler” izole ediliyor mu? Tekrar hatırlayalım. https://viroliegy.com/2022/03/09/the-case-against-viral-genomes/

Yine kabaca özetlersem:

Hasta sürüntüsü (balgam gibi), maymun böbrek hücreleri, fetal buzağı serumu (bunlar genellikle tercih edilen) ve çeşitli antibiyotiklerle oluşturulan hücre kültürüne ekilir ve sitopatik etki (CPE) beklenir. Hücreler hastalandığında ve öldüğünde bu, "virüs"e atfedilir. Virologlar “izolasyon” kelimesini izolasyon kelimesinin gerçek anlamında kullanmazlar. "İzolasyon" ile laboratuvarda sitopatik etkinin yaratıldığını anlarlar ve bunu aynı zamanda

- enfeksiyon

- bir virüsün varlığının kanıtı

- virüsün yıkıcı gücünün kanıtı olarak yorumlarlar.

Oysa sitopatik etki, hücrenin hastalanmasıdır/ölmesidir, hücreyi hastalandıran/öldüren "şey" değildir.

Hücreyi hastalandıranın/öldürenin ne olduğunu gösteremeden, hücrenin hastalanmasını/ölmesini "virüsün kanıtı" saymanın gerçek bilimde yeri yoktur. Bu apaçık bilim soslu MANİPÜLASYONDUR.

Hiçbir şekilde kontrol deneyleri yapılmaz, misal hasta olmayan insanlardan ya da hayvanlardan da sürüntü alınıp sitopatik etki gerçekleşiyor mu gerçekleşmiyor mu diye gözlem yapılmaz. Oysa burada kontrol deneyi kilit aşamadır. KONTROL DENEYİNİN OLMADIĞI YERDE BİLİM YOKTUR.

 

Virologlar sonra bunları "izolat" diye çok yüksek meblağlarda piyasaya sürer. Bu da ayrıca bir vurgun kapısıdır.

 

PCR için sekanslama:

Sonrası RNA parçaları çıkarmak ve RNA, her zincir için bir tane olmak üzere iki adımda ters transkripsiyon yoluyla cDNA'ya dönüştürülmesi işlemidir. Daha sonra cDNA, kısa, belli sayılarda baz çifti PCR ile amplifiye edilir. PCR neden virüs tespit etmez diyoruz? Çünkü o baz çiftinin geldiği yerin özgüllüğü yoktur, "virüs"e mi aittir, bilinemez. Kısacası virologların virüs gen dizilimi olarak iddia ettikleri diziler, hücre kültüründe parçalanmış insan, hayvan dokularına aittir.

 

Bir diğer inceleme, mevcut “tanı” yöntemleri ortaya çıkarılmadan ve yaygınlaştırılmadan önce, biyopsi veya otopsi dokuları üzerinde histolojik inceleme olarak yapılmıştır; buna göre kuduz olduğu düşünülen hayvanların sinir hücrelerinin sitoplazmasındaki yuvarlak veya oval inklüzyonlar, yine kuduza neden olduğu düşünülen “negri gövdeleri” olarak tanımlanmıştır. Fakat bunların varlığının değişkenlik gösterdiğini, negri cisimcikleri için histolojik boyama yönteminin hassas veya özgül olmadığını kendileri de kabul etmiştir.

 

Buradan artık anlıyoruz ki, şimdiye dek “dFA” testi de, “hücre kültürü” de, “biyopsi dokuları üzerinde histolojik inceleme” de, “kuduz”a bir mikroorganizmanın sebep olduğu iddialarının ilk ortaya atıldığı 1800’lerin sonlarına gidersek Louis Pasteur’ün kullandığı yöntemler de, hiçbiri ama hiçbiri bir “KUDUZ VİRÜSÜ"NÜ TESPİT EDİP GÖSTEREBİLMİŞ DEĞİLDİR!

 

“Mikrop teorisi”ni (hastalıkların mikroorganizmalar tarafından meydana geldiği düşüncesi) ortaya atan Louis Pasteur’ün kuduz aşısını geliştirdiğini bugün herkes bilir, pek bilinmeyen bir gerçektir ki, Louis Pasteur bu aşıyı hayali bir “kuduz virüsü”ne karşı geliştirmiştir. https://pasteur.fr/en/institut-pasteur/history/troisieme-epoque-1877-1887

 

“Virüs, elektron mikroskobunun ortaya çıkmasıyla birlikte, yaklaşık bir asır sonra, 1962'de görüldü” deniyor.

Oysa hiçbir yöntem/test, kuduz virüsünün saflaştırılmış ve izole edilmiş varlığını gösterebilmek şöyle dursun daha “tanı” koymak için bile güvenilir değilken, elektron mikroskobunda görülen ne olabilir? ELEKTRON MİKROGRAFLARININ GÖSTERDİĞİ SADECE EKSOZOMLARDIR!

 

Elektron mikroskopları canlı doku üzerinde çalışamaz, kullanılan sadece ölü dokulardır, bu işlem sırasında ölü doku da olsa elektron mikroskobu çalışma prensibinden dolayı dokuya çok büyük zarar verir. Hücre kurutulurken kendi debrisini eklerken sayısız eksozom da üretir. Dolayısıyla ortaya çıkan görsel efektlerin nasıl oluştuğu bilinemez. Mikrograflar için bir gözlemcinin varsayımı ve yorumu söz konusudur. Çekilmiş pek çok mikrograf arasından istedikleri sıraya ve kendi söylemlerine uygun mikrografları kategorize ederler. Elektron mikrografları "virüs" varlığına dair sunulabilecek en kötü kaynaktır.

 

YANİ, PASTEUR ENSTİTÜSÜ'NÜN İDDİA ETTİĞİ GİBİ SONRADAN ELEKTRON MİKROSKOPLARI VAR OLMAYAN KUDUZ VİRÜSÜNÜ DEĞİL, EKSOZOMLARI GÖRÜNTÜLEMİŞTİR.

Eksozomlar, virüs diye servis edilmiştir.

 

Pasteur, “kuduz”a aslında orijinal adıyla “hidrofobi”ye bir mikroorganizmanın (virüs) sebep olduğunu ileri sürmüş ve “kuduz” olduğunu varsaydığı hayvanlar üzerinde yaptığı birtakım deneylerle kuduz etiyolojik ajanını gösterdiğini iddia etmiştir. Bir köpeğin beyninin bir kısmını sağlıklı bir köpeğin beynine enjekte ederek ölümüne sebep olmuş ve bu durumu, beyni parçalanan ilk köpeğin “kuduz hastası” olduğunun göstergesi olarak sunmuştur. Yine kuduz olduğu varsaydığı çeşitli hayvanların parçalarını, başka hayvanlara enjekte edip, “kuduz” belirtisi gösterip göstermediklerine göre işlemlerin başarısını ölçmüştür. https://jstor.org/stable/3410286?origin=crossref

 

Pasteur’ün kuduz aşısı formülasyonunu geliştirmesi ve aşının hayvan ve insan uygulamasında kabul görmesinin aşamaları çoğu kez “kusursuz” olarak takdim edilse de gerçek çok farklıdır.

Ünlü tarihçi ve Pasteur araştırmacısı Gerald Geison'ın 1978'de kaleme aldığı “Pasteur'ün Kuduz Üzerindeki Çalışmaları: Etik Sorunların Yeniden İncelenmesi” başlıklı makalesi ve “Louis Pasteur'ün Özel Bilimi” adlı kitabında o döneme ilişkin sunulan kayıtlar, bilgiler ve notlar; hem Pasteur’ün “bilim”inin sahteliğini, hem de dönemin gerçek bilim adamları tarafından sahtekârlığının nasıl ortaya konduğunu göstermektedir.

Tüm bu kaynaklarda, Pasteur'ün aslında çeşitli sebeplerle toksisite maruziyetine uğramış olan hayvanların bu sıkıntılarını "kuduz"  olarak gösterdiği ve buna sebep olduğu yönünde iddia ettiği mikroorganizmaları zaten hiçbir zaman gösteremediği, sadistliğin sınırlarını zorlayan deneyleriyle sayısız hayvanı katlettiği, bu deneyler sonucu formüle ettiği aşısının da hem nice hayvanın hem de insanın ölümüne sebebiyet verdiği, Pasteur'ün birçok kez yargılanma yoluna gittiğini fakat her defasında arkasındaki, bağlı olduğu öjenist Mason çetesi tarafından kurtarıldığı ve Pasteur'ün tüm suçlarının örtbas edildiği ve o döneme ait çok daha fazla gerçeği bulacaksınız.

Bunları Pasteur'un sırtını yasladığı o Mason çetenin kurguladığı modern tıp anlatılarında bulamazsınız!



“Pasteur'ün kuduz olduğu iddia edilen tavşanların omuriliklerinden yapılan kuduz aşılarıyla uzun uzun ilgilenmemize gerek yok. Pasteur'ün tavşanların kafataslarına delikler açarak ve beyinlerine pislik yerleştirerek onları ‘kuduz’ yapma biçimi bilim değil, sadece acımasız bir şarlatanlıktı. Pasteur'ün aşılarıyla tek bir hayat kurtardığı kanıtlanamaz. Birçok insanın bu ‘tedavi’ nedeniyle öldüğü oldukça kesindir ama onları ısıran köpekler muhteşem sağlıklıdır, Dr. Lutaud'nun kuduz olmadıklarını kanıtlamak için yıllarca evinde evcil hayvan olarak beslediği köpekler gibi. Tüm bunların daha ayrıntılı bir açıklamasını isteyen okuyucu, Lutaud'nun 'Pasteur and Rabies' ve diğer çağdaş raporları okumalıdır.”

The Blood Poisoners kitabından, Lionel Dole http://whale.to/v/dole.html

...

 

İşte bugün, hiçbir zaman varlığı ispatlanmamış bir "virüs" korkusuyla insanlar yok yere kan dolaşımlarına Pasteur'ün formüle ettiği ve sonradan daha fazla toksik malzemeyle geliştirilen kuduz aşılarını almaya devam ediyor! Var olmayan bir "virüs" için hayvanlar aşılanmaya devam ediyor!

 

Yüzyıllardır insanların beyni öyle şiddetli yıkandı ki, "köpek = kuduz" algısı zihinlerine yerleşti.

"Köpek ısırığı = kuduz bulaşı" korkusu insanları öyle esir etti ki, bu korku ile kan dolaşımlarına aşıyla birlikte nice toksik malzemeyi alarak kendilerinde belki de onarılamaz hasarlar açtı.

 

Bir ısırık doğru tedaviyle iyileşebilir ama aşıyla aldığınız, kan - beyin bariyerini aşan alüminyum ile MS, ALS, Alzheimer ve daha nice nörodejeneratif hasara sahip olabilirsiniz!

Bir ısırık doğru tedaviyle iyileşebilir ama aşıyla aldığınız, yumurtalıklarda/testislerde biriken polisorbat 80 ile kısır kalabilirsiniz!

Biz "kuduz virüsü yoktur, kuduz aşısı olmayın" dediğimizde insanların köpekler tarafından ısırılmasını savunmuyoruz! Bu uyarıdan bu sonucu çıkarmak için bir insanın saf kötü olması gerekir! Fakat ısırılma söz konusu olduğunda, gidip aşı zehirlerini alıp sağlığınızdan ve hayatınızdan olmayın, diyoruz.

 

Her makul, vicdanlı insan gibi sokaklarda saldırgan başıboş köpekler istemiyoruz ama bu köpekler üzerinden "kuduz yayılıyor" diye propaganda yapmıyoruz!

Gerçekten çözüm istiyorsanız, bu propagandaya başvurmazsınız. Zira "kuduz yayılıyor" diye yaygara koparıyorsanız orada artık amacınız başkadır, diyoruz.

 

Başıboş köpek sorunu gökten inmedi.

Bu sorunu var edenlerle, "kuduz" yaygarası koparanlar ve kuduz aşısı üreticileri aynı merkeze hizmet ediyor.

 

Ve bu merkez, köpekler üzerinden toplum üzerine öyle pis bir oyun oynuyor ki, GAVI (Aşılar ve Bağışıklama için Küresel İttifak) kuduz aşılarını çocuklarımızın rutin aşılarına eklemek için sırada bekliyor. Geride, kuduz aşılarının zorunlu hâle gelmesi için büyük bir uğraş veriliyor.

Gelin görün ki, çözüm diye öne sürülen "hayvan yasası"nın ilgili maddeleri, başıboş köpek sorunuyla neyi hedeflediklerini apaçık ortaya koyuyor.

Buna göre hayvanlar sahipli - sahipsiz diye çipli olup olmadıklarına göre ayrılacak ve çipsiz hayvan yani aşıları yaptırılmamış olarak görülen hayvan "hastalık bulaşı" sebebiyle itlaf edilebilecek.

Ne var bunda, değil mi?

Çiplemeyi önce hayvanlar için kabul ettiğinizde ne olacağını biliyor musunuz? Benzer bir maddenin ileride bizzat çocuklarımızı hedef alacağını görebilmeniz gerek.

Sahipli - sahipsiz çocuk, yani çipli - çipsiz diye ayrılan çocuk ve çiplenmemiş çocuğa (aşı kaydı olmayan) "hastalık bulaşı" palavrasıyla el konulabilecek!

ANLAYIN ARTIK!

Başıboş köpek sorununu, çocukların çiplenmesinin istendiği o evreye bağlamak için çıkardılar!

 

Bugün belki kitabın ortasından konuşuyorum ama birinin bunları söylemesi gerekiyordu.

Birinin bu öngörüde bulunması gerekiyordu.

 

Kuduz virüsü diye bir şey yok.

 

Bu gerçek bilinirse toplum olarak bu pis oyuna çekilmeyiz.

 

Her şey için çok geç olmadan...

 

Kuduz virüsü saçmalıklarına asla çekilmeyin.

Tüm bu kanıtlara rağmen hâlâ "kuduz yayılıyor" diye yaygara koparanlara asla itibar etmeyin.

 

Bundan sonrası için öne sürmek istedikleri daha büyük tehditleri ancak bu şekilde savuşturabiliriz!

 

Gül TEMEL / 12.12.24







274 görüntüleme

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


● “Uyuyan milletler ya ölür ya da köle olarak uyanır” - Nutuk (Atatürk)

 

● Önce seni görmezden gelirler, Sonra sana gülerler, Sonra sana saldırır ve seni yakmak isterler. Sonra da anıtını dikerler. (Nicholas Klein)

● Alay etmek baskı gibidir. Uygar bir ülkede bir hareket, alay edilerek yok edilemediğinde yavaş yavaş saygı görmeye başlar (Mahatma Gandhi)

● Ülkenin senin için ne yapabileceğini değil, senin ülken için ne yapabileceğini sor (J.F.Kennedy)

bottom of page