Prof. Gülümser Heper
Kardiyolog
Yazıdan SATIR BAŞLARI…
● Hastalığı bu kadar efsaneleştiren şey yarattığı ölümlerdi. “Bugün 15 ölüm oldu başardık, 20 ölüm oldu batıyoruz” diyerek bir salgın politikası yürütülmez.
● Covid-19 ölümlerinde, vücudu ölüme götüren en önemli son noktanın kalp yetmezliği ve ritim bozukluğu olduğunu bilmek zorundayız.
● Bilim kurulu, her toplantı sonrası sosyal mesafeye uyun, ellerinizi yıkayın, maske takın, evinizde kalın dışında bilimsel bir argüman üretemedi ve tedavi sürecini tam olarak yürütemedi.
● Türkiye’de Covid den ölenlerin hangi komplikasyonlardan öldüğü, neden öldüğü, tedavi edici olduğu savlanan ilaçların etkinliği, etkisizliği, komplikasyonları bilinmemektedir. Bilim kurulu hastanelerdeki sonuçları toplayıp bir çalışma çıkarmamıştır. Uluslararası literatürden topladıkları atraktif (cazibeli), infial yaratan ifadeler halkla paylaşılarak güya bilim yapılmıştır.
● Hükümet yandaş akademisyenlerle bilimsel görüntü vermeye çalışıyor. Ancak bu bilim değildir. Yandaş akademisyen görüntüdür, zahiridir, suskundur, dilsizdir, kapitalist sağlık politikalarının uygulayıcısıdır, eleştiriye tahammülsüzdür, haksızlığa baş eğendir, maaşına ve muayenehanesine bakandır, geçerli siyasetle bilimi birleştirmeye çalışandır. Hepsi o kadardır…
Covid-19 Bilim Kurulu bilimsel midir?
Covid-19’un yarattığı salgına dair, tüm dünyadan aykırı sesler, çarpıcı görüntüler, çelişkili ifadeler duymak, toplumların kafasını iyice karıştırdı ve hastalık adeta efsaneleşti. Hastalığı bu kadar efsaneleştiren şey yarattığı ölümlerdi. Artık biraz daha sakin olmak ve daha ayağı yere basan ifadeler kullanmak gerekiyor. Zira tüm dünyadan elde edilen veriler, sağlıklı ifadeler kurmamız için yeterli olgunlukta. Efsanelerle uğraşmak bizlerin işi olmamalı; “bugün on beş ölüm oldu başardık, yirmi ölüm oldu batıyoruz” diyerek bir salgın politikası yürütülmez. Biz ne yaptık, ne kadar doğru yaptık, nerede hata yaptık artık konuşmamız gerekli. Konuşmak için ideal şartlarımız var mı diye sormak gerekli.
Covid-19 ölümlerinin ağırlıklı olarak 75 yaş üstünde toplandığından eminiz. Yani bu virüs salgını ağırlıklı olarak yaşlıları öldürüyor. 29 Mayıs tarihli “Aging” isimli bir dergide yayınlanan makaleye göre hastaneye yatırılmak zorunda kalanların %80’i 65 yaş üzerinde ve bu gruptaki ölüm 65 yaş altındakilere göre tam 23 kat fazla. Yaşa ve altta yatan diğer kronik hastalıklara bağlı olarak ölüm oranları yükseliyor. Batı toplumlarında yaşlıların ağırlıklı olarak bakımevlerinde ve rehabilitasyon merkezlerinde yaşaması dolayısıyla, ölümler bu merkezlerde yoğunlaştı. Ölümlerin %80’i bu merkezlerde yaşayan insanlardaydı ve bu kişilerin %90’ında Covid-19 enfeksiyonuna eşlik eden bir kronik hastalık; %70’inde de iki kronik hastalık mevcuttu. Covid-19 ölümlerinde eşlik eden kronik hastalıkları kalp hastalıkları, kanser, akciğer hastalıkları, felç, nörolojik hastalıklar, diyabet, böbrek hastalığı ve obezite şekilde sıralayabiliriz. Kısaca söylemek gerekirse enfeksiyon, yaşlı ve kronik hastalıklarda ölüme davetiye çıkardı.
Covid-19 ölümlerinde, vücudu ölüme götüren en önemli son noktanın kalp yetmezliği ve ritim bozukluğu olduğunu bilmek zorundayız. İşte tam bu noktada tedaviye yaklaşımda ve Covid sürecinin idare edilmesinde ülkeler bazında sıkıntılar olduğunu bilmek zorundayız. Buna ülkemizi de dahil edebiliriz.
Biliyorsunuz ülkemizde pandemi sürecini idare etmek, tavsiye niteliğinde kararlar vermek için bir bilim kurulu kuruldu. Kurulmasında hiçbir sakınca yoktu, belki de bilimsel duruş adına özlediğimiz bir görüntüydü. Ancak açıkça söylemek gerekirse bilim adına GÖRÜNTÜ sürecinin dışına çıkamadı. Zira her toplantı sonrası sosyal mesafeye uyun, ellerinizi yıkayın, maske takın, evinizde kalın dışında bilimsel bir argüman üretemedi ve tedavi sürecini tam olarak yürütemedi.
Neden mi? Bilimin ve pandemi sürecinin multidisipliner bir yaklaşımla yürütüleceğini bilemedi. Siyasiler multidisipliner yaklaşımın anlamını çözememiş, algılayamamış olabilirdi. Fakat bunu bilim kurulu olarak tanımlanan grubun bilmesi ve kurulu genişletmek üzere siyasileri uyarması gerekirdi. Kamuya yansıyan görüntülerde ve ifadelerde böyle bir yaklaşımın olmadığı görüldü. Multidisipliner yaklaşımı reddeden bilim kurulunun üzerinde bir şaibe oluştu.
Neden mi? Covid-19 ölümlerinde, vücudu ölüme götüren son noktanın en önemli ölçütlerinden birisinin kalp yetmezliği ve ritim bozukluğu olduğunu söylemiştim. Yapılan çalışmalar, Covid-19 ölümlerinde en önemli sorunun miyokard (Kalp adalesi) hasarı olduğunu ve enfeksiyonla gelen genel popülasyonun %17’sinde miyokard hasarının göstergesi olan TROPONİN isimli kalp kaynaklı bir enzimin hastanın kanında yüksek göründüğü tespit edilmiştir. Wuhan’da yapılan bir çalışmada, 191 hastanın %23’ünde kalp yetmezliği olduğu tespitlidir. Yine Çin’de yapılan bir çalışmada daha önce kalp sorunu olan hastaların %54,5 inde Troponin-T (TnT) isimli kardiyak enzimin yüksek bulunduğu ifade edilmiştir. Yine Wuhan’da gelen ağır hastaların, kalp kaynaklı ritim bozuklukları ve ağır miyokard hasarı ile geldiği ifade edilmiştir. Hastane takibi sırasında Troponin-T yüksek bulunan hastalarda solunum yetmezliği, ventriküler taşikardi ve fibrilasyon gibi malign aritmiler (ölüme götüren aritmiler), akut pıhtılaşma bozuklukları ve akut böbrek yetmezliği geliştiği tespitlidir. Kısaca söylemek gerekirse hastaları ölüme götüren son nokta kalp ve dolaşım mekanizması ağırlıklıdır. Hem tedavi öncesi hem tedavi sırasında Covid-19 pandemi sürecinin idaresinde dolaşım sistemi kaynaklı sorunların tespiti ve idaresi için standardizasyon gereklidir. Bunu bilim kurulunun bilmesi ve hem kamu bilgilendirmelerinde hem hekimlere gönderilen tedavi ve takip stratejilerinde açıkça yazılması gereklidir. Ancak yapılmamıştır.
Şimdi neler yapılmamıştır tek tek yazayım.
Bilim kurulunda kamuya yansıdığı kadarıyla KARDİYOLOG yoktur; kurul ağırlıklı olarak enfeksiyon hastalıkları, göğüs hastalıkları, epidemiyoloji, çocuk enfeksiyon ve mikrobiyoloji uzmanlarından oluşmuştur.
Hekimlere gönderilen koruyucu tedavi, standart tedavi ve takip şablonlarında standart EKG, EKOKARDİYOGRAFİ, Troponin seviyesi bakılması tavsiye edilmemiştir.
Poliklinik seviyesinde gelen hastaların tamamında EKG ve diğer belirttiğim parametreler standart bakılmadan kalpte aritmiyi tetikleyen Hidroksiklorakin ve Azitromisin gibi ilaçlar verilmiştir. Bu insanların zeminde yatan ve aritmiyi tetikleyen QT uzunluğu gibi bir faktör olup olmadığının tespiti sonrası bu ilaçların verilmesi gerektiği dahi vurgulanmamıştır. Sadece koruyucu ve tedavi edici amaçlı Hidroksiklorakin verebilirsiniz denmiştir. Dozaj standartı, vermeden önce böbrek ve karaciğer hastalığı, takipte QT mesafesi ölçümü gibi standardizasyonlar sağlanmamıştır.
Koruyucu ve tedavi edici yaklaşımda adeta ABD başkanı Trump’ın Hidroksiklorakin çok iyi ilaçtır referansı yeterli bulunmuş, bu ilaçların yarattığı veya yaratacağı sorunlar dikkate alınmamıştır.
Zeminde kalp hastalığı olan, ritim bozukluğu olan kişilere ayrı bir tedavi yaklaşımı standardizasyonu sağlanmamış, takipte bu ilacın etkisi ya da komplikasyonlarına dair bilimsel yaklaşım yani bilimsel bir çalışma yapılmamış ve uluslararası literatüre sunulmamıştır.
Türkiye’de Covid den ölenlerin hangi komplikasyonlardan öldüğü, neden öldüğü, tedavi edici olduğu savlanan ilaçların etkinliği, etkisizliği, komplikasyonları bilinmemektedir. Bilim kurulu hastanelerdeki sonuçları toplayıp bir çalışma çıkarmamıştır. Uluslararası literatürden topladıkları atraktif (cazibeli), infial yaratan ifadeler halkla paylaşılarak güya bilim yapılmıştır.
Bu maddeler hayli uzatılıp ağır bilimsel tartışmalar yapılabilir. Ancak Türkiye’de bilimsel seviye bu tartışmaları yapmaya müsait değildir. Zira multidisipliner yaklaşımı reddeden bir bilim kurulu ta baştan bu yaklaşıma mesafelidir. O nedenle bu tartışmalar abesle iştigal olarak kalmış ve kalacaktır.
Niye böyle olmuştur. En önemli neden Üniversite özerkliğinin kaybı ve sağlık sisteminin kapitalist ekonomik politikalara teslimiyetidir. Darülfünun kapatılmıştır diyerek 1933 Üniversiteler Rönesans’ını reddeden bir siyasi yapı üniversitelerde özerkliği sağlayamaz. Sağlık sistemi özelleştirilerek halk sağlığı korunamaz, pandemilerle mücadele edilemez, tedavi süreçleri bile tartışmalı hale gelir.
Hükümet yandaş akademisyenlerle bilimsel görüntü vermeye çalışıyor. Ancak bu bilim değildir. Halkın evlatlarını üniversitelerden atarak ya da almayarak üniversiteler kalkınmaz; ancak yandaş akademisyen üretilir. Yandaş akademisyen görüntüdür, zahiridir, suskundur, dilsizdir, kapitalist sağlık politikalarının uygulayıcısıdır, eleştiriye tahammülsüzdür, haksızlığa baş eğendir, maaşına ve muayenehanesine bakandır, geçerli siyasetle bilimi birleştirmeye çalışandır. Hepsi o kadardır…
14 Haziran 2020
Prof. Gülümser Heper
Kardiyolog
Kaynak:
ÖZGEÇMİŞ
26 Ağustos 1964 tarihinde Sivas’ta doğdum. Sivas’ın yerli bir ailesinin evladıyım. Baba tarafım Bezirci Mahallesi; Ana tarafım Çavuşbaşı Mahallesinde yerleşmiş. İlkokulu Ülkü İlkokulunda okudum. Ülkü İlkokulunu Cumhuriyet Türkiyesi’nin nadide kadın müdiresi olan Handan Hanım’ın zamanında tamamladım. Ortaokulu 4 Eylül Ortaokulunda okudum. Liseyi ise Türkiye çapında bir öğretim yuvası olan Sivas Lisesinde tamamladım. Üniversite eğitimimi yine Sivas’ta aldım. 1987’de Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni (CUTF) fakülte birincisi olarak bitirdim. Zorunlu hizmetimin ardından C.Ü.T.F. de İç Hastalıkları Ana Bilim Dalında araştırma görevlisi olarak atandım. Sivas’ta 1989’da Kronik Böbrek Hastaları Derneğini kurdum ve Sivas’tan ayrılıncaya kadar dernek başkanlığını yürüttüm. 1993’de İç Hastalıkları Uzmanı oldum. 1993’de ikinci bir ihtisas yapmayı zorunlu bularak Sivas’tan ayrıldım. Kalp ve Damar Hastalıkları eğitimi konusunda Türkiye’nin nadide hastanesi olan Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesinde Kardiyoloji İhtisasına başladım ve 1995’de ihtisasımı tamamladım. Hemen ardından S.S.K. Dış Kapı Eğitim Araştırma Hastanesinde Uzman Dr olarak çalışmaya başladım. Aynı yıl S.S.K.’nun İhtisas Hastanesine geçiş yaptım ve Kardiyoloji Bölümü birimlerinin kurulmasında birim idari amiri olarak aktif görevler üstlendim. 2003 yılında Kardiyoloji Doçenti oldum. 2006’da İngiltere’de altı ay dil okulunda üst seviyede konuşma İngilizcesi eğitimi aldım. Şubat 2008’de Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) Tıp Fakültesi Kardiyoloji Bölümü’nde Doçent ünvanı ile çalışmaya başladım. Ekim 2008’de aynı Üniversite’de Profesör oldum. 2008 yılından itibaren 3 yıl Kardiyoloji bölüm başkanlığı görevini üstlendim. 2011 de AİBÜ Kardiyoloji Bölümünden ayrıldım ve halen Ankara’da bir özel hastanede çalışmaktayım. 1993’den itibaren Girişimsel ve Klinik Kardiyolog olarak çalışmaktayım. Girişimsel Kardiyolojinin hemen tüm alanlarında yüksek klinik tecrübem vardır. AİBÜ bir önceki dönem Rektörlüğü’nün talebi üzerine Kardiyak Rehabilitasyon Hastanesi Projesi yaptım. Kardiyak Rehabilitasyon Hastanesi klinik ve idari çalışma ilkeleri üzerine tecrübem vardır. Dünyada ve Türkiye’de Koruyucu Sağlık Sistemi Politikalarının yerleştirilmesi amaçlı halkımıza, hekimlere ve çeşitli sivil toplum örgütlerine sunumlar gerçekleştirdim. Doç. Dr. Abdüllatif Şener’in kurduğu Türkiye Partisinin kurucu üyesi ve MKYK üyeliğini de yapmış olup partinin Sağlık Programlarının oluşmasında öncülük ettim. Edebiyat ilgi alanımdadır. Halen edebiyat alanında yayınlanmış bir hikaye kitabım bulunmaktadır. Şu anda ülkemizde yerleşmiş sağlık sisteminin ve politikaların eleştirildiği ve halkçı sağlık politikalarının sınırlarının belirlendiği kolektif bir çalışma olan “Tıp Bu Değil 1 ve 2” isimli kitapta iki bölümüm mevcuttur. İnceleme halinde “Ben, İbni Sina” isimli bir kurgu romanım mevcuttur. İnternet Gazeteciliği yapan bazı gazetelerin yazarları arasındayım ve düzenli siyasi makaleler yazmaktayım. Bir erkek çocuk annesiyim. 30 Mart 2014 Yerel Seçiminde CHP’den Sivas Belediye Başkan Adayı oldu.
Comments